Hürriyet Gazetesi Mehmet Zararsızoğlu & Ayşe Arman Aile Dizimi

07 Mart 2010



Ayşe ARMAN

aarman@hurriyet.com.tr




Siz hiç tanımadığınız bir aile büyüğünün kaderini taşıyorsunuz!


Mehmet Zararsızoğlu'nu N. sayesinde tanıdım. N. ve kızı Dubai'de bizde kaldılar.



Baktım sürekli kızının peşinde. Endişeli. Geceleri kontrol ediyor, terledi mi, üzeri açıldı mı, yedi mi, içti mi, soğuk mu, sıcak mı, hasta olur mu, klima dokunur mu, alerji yapar mı... Sonu yok! “Ne kadar endişelisin!” deyince, “Demek fark ettin” dedi. Ve anlattı: “Annem benden önce 8 çocuk düşürmüş. Ben çok kıymetli 9'uncu çocuğum. Annemin benim hakkımdaki endişelerini ben devralmışım, o yüzden kızımın üzerine düşüyormuşum.” Bunları ben uydurmuyorum, Mehmet Zararsızoğlu söylüyor.

“O da kim” diyorum

Başlıyor anlatmaya...

Aile dizimini Almanya'dan Türkiye'ye getiren psikoterapist. N.'yi hiç doğmamış 8 kardeşiyle yüzleştiriyor. N. de orada bulunan 25 kişiyle aile matrisine dalıyor.

“O da neymiş” diyorum.

“Bizler hiç tanımadığımız bir halamızın ya da teyzemizin kaderini taşıyor olabiliriz” diyor, “Çünkü matriste hiçbir şey boşa gitmiyor, her şey kaydoluyor ve çözümlenmezse belli aralıklarla tekrarlanıyor. Mehmet Zararsızoğlu da bunu önlemeye çalışıyor!”

Tabii ki yemedim, içmedim kendisiyle tanıştım.

Sizinle de tanıştırmadan edemedim... Bu defa artan-martan yok arkadaşlar, dizi maşallah, devamı var yani...



Aile dizimleri hakkında daha fazla bilgi için: www.tsde.org



* Nedir bu “aile dizimi”?

- Bir terapi tekniği. Türkiye'de yeni. Yaşamımıza ait, bizim göremediğimiz çok derinlerdeki gerçeklerle yüzleşmemizi sağlıyor.

* Çok açıklayıcı oldu teşekkür ederim.

- Hepimizin bir aile matrisi var. Nedir bu? Geçmiş nesillerimiz. Anne ve babamızdan gelen birinci dereceden kan bağıyla bağlı olduğumuz akrabalarımız. Halalarımız, teyzelerimiz, amcalarımız, büyük amcalarımız, dedelerimiz, anneannelerimiz... Onlar, güzel şeyler de yaşamışlar travmalar da. Evlilikler, düşükler, küçük yaşta ölümler, göçler, evlat verilmeler, hatta cinayetler. Hayat, onlara ne getirdiyse, hepsi o matriste yer alıyor. Genlerimiz kalıtımsal yolla geçiyor ya, geçmişte aile matrisimizde vuku bulan, cinayet, göç, kayıp ve diğer travmalar da sonraki gelen nesillere devroluyor. Farkına bile varmadan, kaderi kötü bir dayıyı, amcayı, hatta bir büyükbabayı bir şekilde temsil ediyoruz.

* Vay, vay, vay! Nasıl olur ki böyle şey? Ben o adamı hiç görmemiş olabilirim. Ben doğmadan ölmüş olabilir, alakam bile olmayan bir aile büyüğünün kaderi beni nasıl bağlar? Niye onun yükünü taşırım?

- Biyolojide “morfik rezonans” diye bir kavram var. İngiliz biyolog Rupert Sheldrake, canlıların dünyasındaki her şeyin bir yerde kaydolduğunu söylüyor. Yaptığımız her şey kayıt altında. Dünyada sır yok. Kuantum fiziği de, zamansızlık ve mekansızlık ilkesinden söz ediyor, hiçbir şeyin dünyada kaybolmadığını ve tekrar ettiğini anlatıyor...

* Sizi anlamak istiyorum ama henüz anlayamıyorum...

- “Sistem”de yaşanmış olan her şey, morfik rezonansa kaydoluyor. Ve bizden bağımsız olarak, istesek de istemesek de sürekli “sistem”i etkisi altında tutuyor.

* Bu mekanizma nasıl çalışıyorsa?

- Eğer geçmişine dönüp bakmıyorsan, büyük resmi bilmiyorsan, görmüyorsan, sistemdeki kayıtlı bilgilerden habersizsen, ilgisizsen, dile getirmiyorsan, anlatmıyorsan, konuşmuyorsan, bu mekanizma çalışıyor ve çok kuvvetli bir şekilde, aile büyüklerinin kaderleri yeni nesillere sirayet ediyor.

* Yani endişeler, korkular, travmalar kuşaktan kuşağa mı aktarılıyor?

- Öyle de diyebiliriz. Ama çoğunlukla insanlar bunun farkında bile olmuyorlar. Geliyorlar, görüyorsunuz gayet düzgün insanlar, en iyi okulları bitirmişler, yaldızlı diplomalara sahipler, ama hiçbir şekilde içsel boşluktan kurtulamıyorlar. Aile matrisine bakıyorum, sistemden gelen bir şey var mı?

* Peki nasıl anlıyorsunuz da matrise bakıyorsunuz?

- Soruyorum, hayatta nerede takıldığını soruyorum, “Ters giden ne, neyle baş edemiyorsunuz” diyorum. “Her şeyim var ama mutsuzum” diyor, “Para bereketli olmuyor” diyor. Hissediyorum, bu matrisle ilintili bir şey. Mesela grup terapisinde, rezonansından ve “temsilci”den yararlanıp geriye doğru bakıyoruz, iki nesil evvel bir büyük büyükbabanın, birilerinin canını acıtarak haksız gelirler elde ettiğini görüyoruz. İşte o bereketsizlik, o büyük büyükbabadan miras. O haksızlığın bedelini torun ödüyor. Veya evlatlık verilen bir dayı çıkıyor ortaya veya cinayete kurban giden bir amca...

* Bir ailede dört kardeş var, geçmişte de bir travma yaşanmış, kardeşlerden hangisi etkileniyor? Kısa çubuğu çeken mi?

- İlla ki şuna ya da bunu isabet edecek diye bir şey yok, ama adını koyamadığımız bir denge, bir düzen var. 100 vakanın 90'ında, aile matrisindeki ağırlığın yükünü varsa en küçük çocuklar taşıyor.

* Niye onlar kurban?

- Çünkü sonuncular. Herkesten bir şeyler alarak var oluyorlar ve öyle büyüyorlar. Bir anlamıyla şanslılar, ama bu olumsuz yükü de onlar alıyor, bir tür denge. Bence tesadüf değil, bilinçaltı bir çekim. Problem ne zaman ortaya çıkıyor biliyor musunuz, aileden biri dışlanmışsa, herkesi acıtan, utandıran bir şey yapmışsa ve bu olay gizleniyorsa, işte o zaman bu durum, gelecek nesillerden birinde muhakkak bir hastalık olarak beden buluyor. Hastalıklar aracılığıyla, psikolojik bozukluklarla ya da başka olumsuzluklarla sistemin o geçmişteki haksızlığı telafi etmesi için ortaya çıkıyor. Aile diziminin özü budur.

* Bu dediğiniz nedir? Parapsikoloji mi?

- Yok, alakası yok. Bu anlattıklarım holistik tıp içinde yer alan bütünsellikçi bir yaklaşım. Modern psikoloji sadece aysbergin gözüken yüzüyle ilgileniyor, depresyonum var diyorsanız, nasıl perdeleriz diyorlar, antidepresana başlatıyorlar. 6 ay kullanınca bastırılıyor, ama depresyonunuz bitmiyor, çözülemeyen sorun bilinçaltında duruyor. Bizse bütüne bakıyoruz.



Kimsiniz, nesiniz?



- 50 yaşına basmak üzere olan, yaşamının 20 ile 40'lı yaşlarını Berlin'de geçirmiş bir psikoterapistim.

* Soyadınız Zararsızoğlu. Şüpheye düştüm. Sonradan filan almadınız değil mi?

- Yok canım, daha neler.

* Ne bileyim, insan böyle soyadı olan bir terapiste daha kolay teslim olur. Bir avukatın adının Güven Kurtul olması gibi bir şey...

- Dedemin babası, sevilen, sayılan ve kimseye zararı olmayan biriymiş, “Siz olsanız olsanız Zararsızoğlu olursunuz!” demişler. Annem de babam da Selanik göçmeni, Tekirdağ'da doğdum, liseyi de orada okudum, sonra vınnn Berlin. Pozitif bilimlerin kalesi addedilen Berlin Teknik Üniversitesi'nde psikoloji, pedogoji

ve sosyoloji eğitimi aldım. Öğrenim

hayatım çok uzun sürdü, neredeyse yaşımın yarısı kadar! Master, doktora derken, bir süre Berlin Üniversitesi'nde öğretim üyeliği yaptım. Sonra terapi eğitimleri başladı, doktora sonrası 11.5 yıl. Aile dizimi metoduyla on binlerce insanla çalıştım. Bert Helinger önderliğinde, o kurama çok hizmet etmiş biridir. Ve sonra bir gün ansızın Türkiye'ye dönmeye karar verdim. Türkiye'de Türkiye Sistem Dizimleri Enstitüsünü kurdum.



HER ŞEYİ ZİHNİNLE AÇIKLAYAMAZSIN!



Modern insan, her şeyi zihniyle açıklamaya çalışıyor. Eğer biz yaşamımızdaki her şeyi zihnin ve modernitenin bize öngördüğü yöntemlerle açıklayabiliyor olsaydık, o modernitenin sunduğu bilimlerle ve tedavi yöntemleriyle hiçkimsenin depresyonunun, panik atağının, kanserinin kalmaması gerekiyordu. Demek ki, zihnin ötesinde yaşamımızı etkileyen bir takım güçler, bağlar var. İşte holistik yaklaşım buna bakıyor.



Çocuğunuz hiperaktifse sebebi geçirdiğiniz kürtajlar olabilir



* Peki kürtaja neden bu kadar karşısınız? Cinayet olduğunu mu düşünüyorsunuz?

- Cinayet demek çok iddialı. Ama anne ve babadan filizlenen ve sistemde yer bulan biri, ortadan kaldırılsa da, sistemdeki yerini ilelebet alıyor...

* Gerçekten mi?

- Evet. Annenin yumurta hücreleriyle, babanın sperm hücreleri bir araya geliyor ve bir yaşam meydana geliyor. Kaç haftalık olduğunun önemi yok. Ama anne-baba diyor ki, “Biz bu çocuğu istemiyoruz.” Zaten eski Yunanca'da kürtaj, “Yok etmek, ortadan kaldırmak, öldürmek” demek. Yani o kürtajları, düşükleri, yok sayamayız, onlar bizim çocuklarımızdı. Ve anne baba onlardan hiç bahsetmezse, morfik rezonans, bir sonraki çocukları da etkiliyor. Hiperaktif çocuklar getiriyorlar. Neden kaynaklandığını bulamamışlar. Yüzde 90'ında ne görüyorum biliyor musunuz? O çocuktan evvel ya da arada en az iki, üç, dört sonlandırılmış çocuk var. Hiperaktif çocuklar nasıl olur? Çok fazla hareket ederler, çok fazla abur cubur yerler. O vakalarda gördüğümüz şudur: Hiperaktif çocuklar, o konuşulmayan kürtajla sonlandırılan kardeşleri için de yiyorlar, onlar için de hareket ediyorlar.

* Bu anlattıklarınız size danışan insanları ürkütmüyor mu?

- Workshoplara gelenlerin çoğu, ilk gün abandone oluyorlar. Grup dinamiğinde, kendilerini tanımayan insanların, dedelerini, babalarını, temsil ettiklerine tanık olunca şaşırıyorlar, “Benim babamın cümlesi bu” diyorlar. “Babamın da sağ ayağında problem vardı, bak o da sağ ayağını sallıyor.” Gerçekten de o kişinin normal hayatında sağ ayağında problem yok. Ama o dedeyi, o babayı temsil ederken oluyor. Bazen kalp krizi geçirmiş birini temsil ederken, temsilcinin kalbine ağrı giriyor. Morfik rezonans işte böyle işliyor.



Geçmişteki cinayetin sonucu çocuktaki şizofreni



* “Hiçbir şey gizli kalmıyor...” Bu ne demek?

- Cinayet işlemiş bir dayı var mesela. O cinayet, aile tarafından yıllarca saklanmışsa, birkaç nesil sonra dünyaya gelen çocuk, ailenin çocuk yapamadığını sistem adına üstleniyor. Hem cinayet işleyen dayıyı, hem de öldürdüğü kişiyi içinde taşıyor. Sonuç? Şizofren. Realiteden kopuyor.

* Demek ki sır saklamak tehlikeli...

- Aynen öyle. Sır olan, saklanan her şey, hastalık olarak, bir takım yaşamsal uğursuzluklar olarak, bereketsizlik olarak karşımıza illa ki çıkıyor.

* Ya ailede intihar da varsa...

- Bana kalırsa, Türkiye'de fakirlik, işsizlik, umutsuzluk, depresyon, sevgili terk etmesi intihar sebebi değil. İntiharların altında sevgiye dayalı bir şey görüyoruz. Geçmişlerinde aile matrisinde intihar etmek isteyip, gücü yetmemiş kişinin yolunda gidiyorlar. Onun beceremediğini beceriyorlar. Ve Almanya'daki araştırmalarımızdan biliyorum, hep aynı tarihte tekrarlanıyor intihar olayları. Ruhsal birikimler, ruhsal ağırlıklar hep bir iki nesil atlayıp birinin bu ağırlığı taşımasına, hayatından vazgeçmesine sebep oluyor.



KÜRTAJ DEYİP YOK SAYMA ONLAR SENİN ÇOCUKLARINDI



Bazen soruyorum, “Kaç çocuğunuz var?” diye, “İki” diyor. “Kürtaj?”, “Tabii, sayısını bile bilmiyorum” diyor, sonra ekliyor, “Beş galiba.” Eline beş tane çocuk veriyorum. Ya eş istememiş ya kadın kendini hazır hissetmemiş ve sonlandırmayı gerçekleştirmişler. Onun acısını da, sanki bir estetik ameliyat olmuş gibi bilinçaltında bir yerlere itmiş. Benim yaptığım çalışmada, büyük bir yüzleşme yaşıyor. O kürtajları bir realite olarak yüreğine alınca sistem rahatlıyor. Sonraki çocukların da bir şey taşımasına artık gerek kalmıyor. Bu kadar da basit. Herkes kendi sorumluluğunu alır, görmesi gerekeni yaşar ve içselleştirmezse, problem teşkil edecek, hastalık oluşturacak dinamiğin önüne geçilmiş oluyor.



Kanser kendisini değersiz hissedenlerde çıkıyor



* Sıkışmalar, blokajlar insanı hasta mı ediyor?

- Aynen öyle. Mesela kanser. Kendini değersiz hisseden, kendisine bir türlü sıra gelmeyen, hep başkaları için didinip duran, geçmişten gelen yükleri süresiz ve sınırsız taşıyan insanlarda oluşuyor. Gerçi holistik yaklaşımda, hastalıkları çok korkulacak şeyler olarak görmüyoruz. İnsanlığın ve gelişimin bir parçası olarak değerlendiriyoruz, sistem yok saydığımız şeyleri bize böyle hatırlatıyor.

* Bütün bu anlattıklarınızı deli saçması olarak değerlendiren bilim adamları yok mu?

- Deli saçması diyen yok da, abartıyorlar diyenler var. Ama yine de kendi muayenehanelerinde dizimleri ve dizilerin bilgisini ciddi anlamda kullanıyorlar. Rezonansın faydası çok yüksek. Artık insanlar, bir yıl bolunca terapist koltuğuna oturmak istemiyorlar. İlaçla da iyileşemediklerini görüyorlar, bir çözüm arıyorlar.



EŞCİNSELLİĞİN MATRİSTEKİ SEBEBİ



* Birini öldürmek, gerçekten ileriki nesillerde otizm olarak mı karşılık buluyor...

- Evet, böyle bir dinamik de söz konusu. Psikozun oluşumunda da benzer bir yapı var.

* Gay'lik, lezbiyenlik...

- Bilinen dinamik şu: Erkek çocuk, erkeklerden yoksun bir ortamda büyüyorsa, sürekli anneyle, anneanneyle, ablalarla haşır neşirse, yani etrafı kadın enerjisiyle çevriliyse homoseksüel eğilimler gösterebiliyor. Ama aile matrisine bakarsak, başka bir dinamikle karşılaşıyoruz: O erkek çocuğunun karşı cinsten bir akrabasının, halasının, teyzesinin, ya da büyükannesinin, çok büyük bir haksızlığa uğradığını görüyoruz. Ve morfo-sistemik rezonans işliyor: O erkek çocuk, o kadın kimse, yaşadığı haksızlık dile getirilmediği için, o haksızlığı çözümleyebilmek için, kendi cinsiyetinden vazgeçip, karşı cinsin davranış biçimini benimsiyor. Böyle çok

vaka gördüm.



ANNENİZ SİZİ YETERİ KADAR SEVMEDİYSE



* Annenizin çocukluğunuzda size sevgi göstermediğine takılı kalırsanız, bu kızgınlık ve onu affedememe duygusu, karşı cinsle ilişkilerinizi etkiliyor. Anneniz, var oluşunuzu borçlu olduğunuz kadın. O olmasaydı, siz bir hiçtiniz. Dolayısıyla annesini olduğu gibi kabul edemeyen biri sağlıklı kadın-erkek ilişkisi kuramıyor, iyi bir partner olamıyor. Grup terapisinde, annesinin neden öyle davrandığı da ortaya çıkıyor ve kişi temsilciler vasıtasıyla annesiyle konuşuyor, daha önce söyleyemediği şeyleri söylüyor.

Mehmet Zararsızoğlu & Ayşe Arman Aile Dizimi üzerine

Sayın Mehmet Zararsızoğlu'nun Ayşa Armanla Hürriyet gazetesinde yaptığı söyleşi;

19 Mart 2010




Ayşe ARMAN

aarman@hurriyet.com.tr









Ölümün panzehiri SEKS





MESELEYE kafadan giriyorum: En son ne zaman seviştiniz? Şöyle gerçekten şehvetli bir biçimde... Kalpten, sevgiyle, içten gelerek, hakkını vererek... Cevabınızı duyamıyorum...





Bana söylemenize gerek yok zaten. Bu sorunun cevabını kendinize vermeniz yeter.Psikoterapist Mehmet Zararsızoğlu’yla kadın erkek ilişkileri üzerine konuştum. Bana çok ilginç gelen şeyler anlattı. Seks bir ilişkide ne kadar önemli, zıtlıkları birleştiren nedir, kadın erkeği, erkek kadını anlayabilir mi, hangi kadınlar ve erkekler iyi partner olabilir... Buyurun uzmanından okuyun...



Kadın-erkek ilişkilerinde temel sorun nedir?



* Evren, çok kreatif bir tasarımla kadınla erkeği birbirine mecbur kılmış. Kadında olanlar erkekte yok. Erkekte olanlar da kadında yok. Bizim birbirimize ihtiyacımız var. Kadın, kendisinde olmayanı erkekten aldığında kadın oluyor. Erkek de kendisinde olmayanı kadından aldığında...



Her şeyi cinsellikle açıklamıyorsunuz değil mi?



* Tabii ki öyle yapıyoruz! Çünkü ölümün panzehiri seks. Cinsellik olduğu için hayat devam ediyor ve sürüyor. Ölüm, yaşanılır bir şey haline geliyor. Seks, bir ilişkinin A’sı Z’si her şeyi. Herkese, “Her şeyden ödün verin, sekten asla!” diyorum. Seksin olmadığı bir ilişkide, kadın-erkek ilişkisinden söz edemeyiz. Biz psikoterapistler bize danışanlara, “Cinselliğiniz nasıl, ne sıklıkta?” diye sormaya bayılırız. Gerçi bunu da absürt buluyorum. Çünkü cinsellik, o iki kişiden başka hiç kimseyi ilgilendirmeyecek kadar özel bir şey. Burada tek kriter bence sıklığının ve kalitesinin her iki tarafı da mutlu etmesi. Ayda 3-4 kere sevişiyorsundur, ama kalitelidir ve siz mutlusunuzdur, o zaman sorun yok.



Genellikle ilişkilerde BİZ neyi atlıyoruz?



* Hiçbir ilişki iki kişilik değil. Bunu bir türlü anlayamıyoruz. Sadece siz ve eşiniz değilsiniz yani. Aslında iki ordu söz konusu. Sizin aileniz, yani anneniz babanız, kardeşleriniz, hayatınıza bütün girmiş erkekler... Aynı şeyler eşiniz için de geçerli... Freud’un güzel bir sözü var, “Kadın ve erkek seks yapmak için yatağa girdiklerinde, yalnız olduklarını zannederler ama yatağın üzerinde görünmez bin küsür kişi vardır!”



İki kişilik mutlu ilişki illüzyon mu yani...



* Hem de nasıl! Bana danışanlar, “Birbirimizi anlarsak, sorunları çözeriz” zannediyorlar. Bu çok saçma. Çünkü kadın ve erkek birbirini anlayamaz. İki farklı yaratık söz konusu. Biyolojileri, anatomik ve ruhsal yapıları taban tabana zıt...



Nedir o zıtlıklar?



* Aileler zıt, aile matrisindeki tüm yaşanmışlıklar zıt, kişilik ve karakterler zıt. İki yabancının, ortak bir karakterde buluşma ihtimalleri 6.5 milyarda bir. Dolayısıyla, bize yutturulmaya çalışıldığı gibi “ideal eş”, “ideal partner” yok.



Peki yapacak bir şey yok mu?



* Olmaz mı? Tüm bu farklı yanlarımıza rağmen birbirimizi çektiysek, vardır bunda bir hikmet deyip, karşımızdakini olduğu gibi kabul edeceğiz. Ve hani biz iki kişi değil, iki orduyuz ya; sistemleri savaşa sokarak bir mücadele içine girdiğimizde, ilişkinin iflah olmayacağını bileceğiz. Bunun galibi yok. Esas olarak şunu kafamıza kazıyacağız: “Benim önceliğim eşim.” Onun arkasında dimdik durmam gerekiyor. Herkese karşı. Bu, bir anlamıyla büyümek demek. Erkek ya da kadın olarak var olabilmek için, annemiz, babamız bizi bırakmak istemese de, “Hayır” deyip, onlarla bağımızı koparmamız gerekiyor. Bu bağı koparmak, “Ne halin varsa gör!” demek değil. Ama önceliğin eşiniz olduğunu vurgulamak...



Başka böyle önemli bilmemiz gereken şeyler de var mı?



* Kadınlar, evrenin daha ayrıcalıklı ve özenli yarattığı varlıklar. Farklı bir yaşam güçleri var. Çünkü doğurganlar. Yarı tanrısal bir şey bana göre. Kadın, kadın-erkek ilişkisine evrenin ona bahşettiği bu güçle, iki sıfır önde başlıyor. Bir de başarılı, tuttuğunu koparan bir kadınsa, entelektüel seviyesi de yüksekse, ortaya müthiş bir güç çıkıyor. Bu zaman zaman dezavantaj. Çünkü kadın, erkeğine, “Sen benim erkeğimsin. Sana güveniyorum. Sana kendimi bırakabilirim” hissi yarattığında, erkek kendisini erkek gibi hissediyor. İnanın, ister Rahmi Koç olsun, ister Einstein, kadınından bu söylediğim duyguyu hissetmediğinde erkek, kendini erkek gibi hissedemiyor. Onaylanmamış ve eksik kalıyor. O zaman da kendisine bu duyguyu daha kolay yaşatacak kadınlar aramaya başlıyor. Diyeceğim o ki, kadının tüm bunları da hesaba katması gerekiyor.



Kadınların ne yapacağını anladık. Pekİ erkekler?



* Kadın ona kendini teslim ettiğinde, o da kadına kendini değerli hissettirecek. Size hemen hangi kadın ve erkek tiplerinin bunu başarabildiğini söyleyeyim. Eğer kadın, annesinin kızıysa, yani annesiyle barışık, annesini olduğu gibi kabul eden, asla “Ben annem gibi olmayacağım” demeyen biriyse, mükemmel partner oluyor. Ama babalarının kızlarıysa, ne yazık ki kötü partner oluyorlar.

Neden?



* Babalarındaki o “animus” enerjisini o kadar kıymetli ve ulvi buluyorlar ki, körkütük aşık olsalar bile, bilinçaltlarında, partnerlerini babalarıyla kıyaslıyorlar. Ve onları yetersiz bulan bir tavır içine giriyorlar. Erkeklere gelince, annesinin oğlu olan erkekler iyi partner olamıyorlar maalesef. Erkek de, babasının oğlu olacak...



Bu kadar zor mu yani kadın erkek ilişkileri?



* Bir yanıyla zor, bir yanıyla değil. Bütün bunları, bütün bu zıtlıkları, rakip iki orduyu birleştiren tek şey var: O da sevgi...
 
Copyright © 2009 Aile Dizimi |Designed by Templatemo |Converted to blogger by BloggerThemes.Net